Tekvin, yaradılışın başlangıcını şu şiirsel sözlerle anlatır: “Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı. Ve yer ıssız ve boştu; ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve Allahın Ruhu suların yüzü üzerinde hareket ediyordu. Ve Allah dedi: Işık olsun; ve ışık oldu. Ve Allah ışığın iyi olduğunu gördü; ve Allah ışığı karanlıktan ayırdı. Ve Allah ışığa Gündüz, ve karanlığa Gece, dedi. Ve akşam oldu ve sabah oldu, bir gün” (Tekvin, 1:1-5).
Anlatır ya, bu sözlerin dile getirilebilmesi için nice yüzyıl geçti. İnsanlık güneşten, yağmurdan ve sellerden, rüzgârdan, yıldızlardan ve ay ışığından, topraktan, taştan, tahtadan ve ateşten Tanrılar yarattı.
Ve gün geldi, Asya’nın uçsuz bucaksız çöllerinde, Anadolu’nun sarp ve sulak topraklarında ve denizaşırı dünyada, bütün bu Tanrıların ve tapmakların özünün özü doğdu. Tek Tanrı… Ulu Tanrı…
Tarsuslu’nun öyküsü işte tam böyle bir hercümercin, İncite iman edenlerin ve lanetleyenlerin öyküsü. İnsanoğlunun umudu kendinden başka yerlerde aramasının, bilginlerin deyimiyle “afyonun ve panzehirin” öyküsü… Kutsal kitaplarda “düşman iken taraftara dönüşenler” söylencesinin bir örneği işte…
Kudüs’ten Damascus’a (Şam) gitmekte olan silahlı küçük grubun önünde yürüyen genç adam, uzun yolculuk tuniğinin üzerine giydiği Kos Adası dokuması, ipek ve pamuklu karışımı pelerininin ucuyla yüzündeki teri kuruladı ve dağlık bölgeden önce aşağılara; gri, lacivert, oylumlarında tuhaf karanlık ışıltılar saçan Yahudiye çölüne (Güney Filistin), o sarı ve sonsuz kum ovasına geldi, sonra dönüp Kudüs’e baktı. Bu adam, Kydnos (Tarsus) Çayı’yla Akdeniz’e bağlanan ve Roma İmparatorluğu’nun önde gelen kentlerinden biri olan Tarsus’ta, Yahudi bir sülaleden gelen çadırcı Saul’du. İç geçirmekle konuşmak arası bir sesle, “Kudüs dedi, büyük Kudüs”.
Oysa o günlerde Kudüs, ne büyük bir ticaret merkeziydi, ne de savaşlarda saldırı ve savunma bakımından stratejik bir öneme sahipti. Davud Peygamber, Kudüs’ü İÖ 1000 yılı dolaylarında Yebusilerden aldığında burası İsrail kabilelerinin olmadığı, tarafsız bir toprak olduğu için başkent yapılmıştı. Yahudiler için büyüktü, çünkü, Tanrı’ya kurban kesilebilecek tek yer, “kutsallar kutsalı”ydı. O da buradaydı.
Davud’un oğlu Süleyman peygamberin yaptırdığı ünlü Kudüs Tapınağı, kentin dini önemini arttırıyordu arttırmasına ama kentin ekonomik bakımdan ilerlemesini de engelliyordu. Örneğin, Yahudiler kendi ırkları dışında kalanlara “yabancılar”, “tapmağı kirletenler” diye bakıyor ve günahsızlığı bozulmasın diye, kente kurbanlık hayvandan başka hayvanın sokulmasını yasaklıyordu. Bu da tüccarları kentten uzak tutuyordu.
Bu arada aykırı sesler de geliyordu. “İsa Yolu” diyorlardı. “Tanrı’nın oğlu ve onun müjdesi” diyorlardı. Bunlar, susturulmalıydılar…
İncitin Resullerin
İncitin Resullerin (Havarilerin) İşleri bölümünde Saul’un bu yolculuğu şöyle anlatılıyor: “Ve Saul hâlâ Rabbin şakirtlerine karşı tehdit ve katil soluyarak, başkâhine geldi, ve erkek olsun, kadın olsun bu Yoldan (İsa’nın yolundan) olanları bulursa, bağlı olarak Yeruşalim’e (Kudüs) getirebilsin diye başkâhinden Şam’a, havralara mektuplar istedi” (Resullerin İşleri, 9:1-2)
Ancak, bu yolculuk, Hıristiyanlığın evrensel bir din haline gelmesinin de şafağı oldu.
Read More about Aziz Petrus