Tarihin parmak izinde dolaşıyorum. Antakya’da, bu Akdeniz esmerliğinde bir öğlen vakti, bugün St. Pier (Aziz Petrus) denilen kaya kilisesine sırtımı yaslamış, sararmış dağlara bakıyorum. Barnabas, Markus, Luka, Petrus ve öteki Hıristiyanlar illegal bir toplantıdalar. Saul Tarsus’tan gelmemiş henüz.
Saul, Barnabas onu Antiokheia’ya (Antakya) getirinceye kadar Tarsus’ta kaldı. Bu arada, İsa’ya inananlar, kendi dinlerini yalnızca Yahudilere anlatmaktan vazgeçmişlerdi. Artık başka ulusların ve kavimlerin insanlarına yöneliyorlardı. Bunun başını Petrus çekmişti. Petrus’un Akdeniz’deki liman kenti Caesarea Maritima’da Romalı yüzbaşı Cornelius’u ve yanındakileri kazanması Antakya’daki kilise için önemli bir örnek oluşturmuştu.
Saul, Antiokheia’ya geldiğinde burada sadece kentin kurucusu, Makedonyalı komutan Antigonos’un yerleştirdiği emekli askerler yoktu; Yunanistan’dan gelen göçmenler, Romalılar, İbraniler, Süryaniler, putperestler kentteki mozaiğin renklerini oluşturuyordu. Yalnız, Suriye Kralı Seleukos Nikator ve ardılları Yahudilere “yurttaşlık” hakkı vermişti. Daha ilginci, yoksul Yahudilere, mabetlerini aydınlatmaları için yağ alacak para ödenmesi ya da kentin gymnasionuna gelen bedava zeytinyağından verilmesiydi. Bu, Yahudi olmayanların tepkisini çekiyordu.
Neresinden bakarsak bakalım o günlerde Antiokheia gerçek anlamda bir milletler ve inançlar mozaiğiydi. Barnabas, Saul’u işte tam böyle bir ortama getirdi. Barnabas, Niger (Siyah) diye tanınan Manahem ve Saul, Antakya kilisesinde çalışmaya başladılar. Hiç küçümsenmeyecek bir topluluk oluşmuştu ve artık bu topluluğa bir isim vermek gerekiyordu. Bu tarihsel din, işte ilk kez bu kentte adlandırıldı: Hıristiyanlar; “İsa’nın halkı”, “İsa’ya ait olanlar”
imparatoru Claudius
Roma imparatoru Claudius döneminde (İS 41-54) bölgede başgösteren bir kıtlık, Hıristiyanları birbirine yakınlaştırma olanağına dönüştü. Saul ile Barnabas, Antakya’da toplanan yardımı Kudüs’e götürmüşlerdi. “Zenginlikte birleşememiş olanların, yoksullukta birleşmelerinin” yardımıydı bu.
Olaylı ayrılışından sonra ilk kez Kudüs’e giden Saul ile Barnabas, yanlarına Barnabas’ın kuzeni Yuhanna’yı (Markos) da alarak tekrar Antakya’ya döndüler.
Şimdi Akdeniz’e akşam iniyor. Bir zamanlar kervanların ve eşkıyaların birbirini kolladığı dağların ve geçitlerin gölgesi birbirine karışıyor.
Hiçbir kitap, Saul ile Barnabas’ın “başka diyarlara gidip ‘Söz’ü oralarda yaymaya” hangi buyrukla ve vahiyle karar verdiğini yazmıyor. Bu, bugünün insanının hayaline kalıyor.
Bu defa yolculuk Kıbrıs’aydı. Hıristiyan cemaatten adaya daha önce gidenlerin yaptıkları ön çalışmalar, “İsa’nın ı en önemli önderlerinden biri olan Kıbrıslı Barakraba çevresi ve Antakya’ya yakınlığı Kıbrıs’a ı mantığını oluşturuyordu, Kıbrıs’ta, bugün Mağusa’nın tam kuzeyine rastlayan Salamis Limanı’nda demirledi.
Burası adanın, Akı o günkü haritasında Seleukia ad Piereia’daki (Çevlik) Limanı’na en yakın noktasıydı. Çok oyalanmadı adayı baştan başa aşarak adanın en önemli dinsel merkezi, Paphos’a (Baf) geldiler. Çünkü burada çeşitli t, düşüncelere meraklı bir vali, Sergius Paulos yaşıyordu. Kıbrıs, yolculuğunun iki önemli sonucu oklu, Baryeşu” denilen bir sihirbaz Yahudi’nin, Elimas’ın bertaraf edilmesi, öteki Vali Paulos’un Hıristiyanlığı kabule ikna edilmesi.
Birincisi, oluşma aşamasındaki topluluğun kafasını karıştıran insan tipini geçersiz kılmak bakından önemliydi, öteki, bundan sonraki ilişkilerin kaynağıydı. Çünkü bu vali, Kıbrıs’ın başkonsüllüğe yükseltilmiş olan birkaç valisinden biriydi ve bu onun etki alanını genişletmişti.
Read More about Saul niçin bana eza ediyorsun